Türk jeopolitiği ve tarihinin ana hatlarını çizerken, Asya’dan başlayarak Osmanlı
İmparatorluğu’nun yükselişi ile birlikte üç kıtaya yayılan etkisini vurgulamak çok önemlidir.
“Türk jeopolitiği” günümüzde yaşanan hadiselerin, siyasi çıkmazların, terör, ekonominin,
kaotik ortamın, Türkiye’nin çevresinde şekillenen coğrafyanın okunmasında önemli bir bakış
açısı sunar.
Türk jeopolitiğini tefekkür ederken bazı ana başlıkları belirlememizde fayda vardır. Bu
başlıklar:
Jeopolitik Analiz: Türkiye’nin jeopolitik konumunun avantajları ve dezavantajlarını
derinlemesine bazı temel eserlerinden faydalanarak Türkiye’nin jeopolitik önemini ve
sıkışmışlığını tartışabiliriz. Ayrıca, Halford Mackinder ve Nicholas Spykman gibi önemli
jeopolitik kuramcıların görüşlerine de yer vermekte fayda vardır.
Jeoekonomi ve Jeokültür: Türkiye’nin ekonomik ve kültürel etkisinin nasıl şekillendiğini,
bu alanlarda hangi güçlerle rekabet ettiğini incelemek önemlidir. İbn Haldun’un coğrafya ve
uygarlıklar üzerine görüşlerini ya da Fernand Braudel gibi tarihçilerin ekonomik ve kültürel
analizlerini örnekleri ufkumuz açacaktır.
Tarihsel Perspektif: Türklerin dünya tarihindeki rolünü ve bölgesel dinamikleri geniş bir
tarihsel çerçevede ele almak önemlidir. Örneğin, Türk devletlerinin Asya’dan Avrupa’ya
kadar etkilediği güç dengeleri, Selçuklular ve Osmanlılar döneminde Avrasya coğrafyasındaki
güç mücadelesi ve Batı ile Doğu arasındaki medeniyet çatışması önemli bir temadır.
Yeni Strateji İhtiyacı: Türkiye’nin günümüzde karşılaştığı iç ve dış tehditler ile fırsatlar
çerçevesinde yeni bir jeokültürel, jeoekonomik ve jeostratejik bakış açısına neden ihtiyaç
duyulduğunu sorgulamak elzemdir. Bu bağlamda, Samuel Huntington’ın medeniyetler
çatışması teorisi ve Zbigniew Brzezinski’nin büyük satranç tahtası stratejisi gibi teorik
çerçeveleri kullanarak, Türkiye’nin nasıl yeni bir Türk uygarlığı yaratabileceğine dair somut
öneriler sunabilir.
Şimdi bu başlıkları biraz daha genişleterek açalım:
Türk Jeopolitiği ve Tarihsel Derinlik
Türk tarihinin ana ekseni, Orta Asya’dan Avrupa’ya kadar uzanan geniş bir coğrafyada
şekillenmiştir. Bu tarihsel süreçte, Türkler Asya’daki göçebe devletlerden başlayarak Osmanlı
İmparatorluğu ile Avrupa, Asya ve Afrika kıtalarına yayılan bir medeniyet inşa etmişlerdir.
Ancak bu yayılmanın genel merkezi, özellikle Osmanlı İmparatorluğu döneminde, jeopolitik
olarak Avrupa olmuştur. Türkiye, jeopolitik ve jeoekonomik konumunu dikkate almadan
ulusal, bölgesel ve küresel politikalarını şekillendiremez. Türk coğrafyası, hem tehditlere
hem de fırsatlara açık bir bölge olup, var olmak ile yok olmak arasındaki mesafe çoğu zaman
belirsizdir.
Bu durum, Türklerin tarih boyunca büyük küresel güç merkezleri arasına
bulunmasından kaynaklanmaktadır. Türkiye’nin jeopolitik konumu, bir yandan büyük
fırsatlar sunarken, diğer yandan dış güçlerin etkilerine açık hale getirmektedir. İç sorunların
dış müdahalelerle daha da derinleşmesi tarih boyunca tekrar eden bir olgu olmuştur. Bu
nedenle, Türkiye’nin geleceğini inşa etmek için yeni bir jeopolitik, jeoekonomik,
jeokültürel ve jeostratejik bakış açısına ihtiyaç duyulmaktadır.
Türkiye’nin Stratejik Konumu
Türkiye’nin stratejik konumu ve Avrasya’nın merkezinde yer alması, onu yalnızca bölgesel
bir güç değil, aynı zamanda küresel bir denge unsuru haline getirir. Türkiye, üç kıtanın
kesişim noktasında yer alırken, aynı zamanda Batı ve Doğu medeniyetleri arasında bir köprü
işlevi görür.
Bu noktada, Halford Mackinder’in “Heartland Teorisi” Türkiye’nin önemini daha iyi
anlamamıza yardımcı olur. Mackinder, dünya hakimiyeti için Avrasya’nın kalbinde yer
alan bölgelerin kritik öneme sahip olduğunu savunur. Türkiye, bu teoride önemli bir geçiş
bölgesi olarak konumlanır. Nicholas Spykman ise “Rimland Teorisi” ile Türkiye’nin kıyı
bölgelerindeki gücünü vurgular. Spykman’a göre, Türkiye’nin kıyısal bölgeleri, deniz ve
kara arasında bir denge sağlarken, dünya ticaret yolları üzerinde stratejik kontrol
sağlar.
Kültür ve Ekonomi Arasında Türkiye
Türkiye’nin jeoekonomik rolü, sadece coğrafi konumundan değil, aynı zamanda sahip olduğu
kültürel ve tarihsel mirastan da kaynaklanır. Fernand Braudel gibi tarihçiler, coğrafyanın
ekonomiyi nasıl şekillendirdiğini tartışırken, İbn Haldun da uygarlıkların kaderinin coğrafya
ve ekonomiyle nasıl iç içe geçtiğini belirtir. İbn Haldun’un asabiyet teorisi, Türklerin güçlü
bir iç dayanışma ve kültürel birlik ile geniş coğrafyalarda etkili olduklarını gösterir.
Ancak bu birlik bozulduğunda, dış güçlerin müdahale alanı genişlemiştir.
Osmanlı İmparatorluğu, jeoekonomik olarak Avrasya’nın en stratejik bölgelerinde büyük bir
ticaret ve kültür merkezi haline gelmiştir. Bu ekonomik güç, aynı zamanda Osmanlı’nın
kültürel etkisinin de genişlemesine olanak sağlamıştır. Bugün Türkiye, bu tarihsel mirası
sürdürerek hem Batı ile hem de Doğu ile güçlü kültürel ve ekonomik ilişkiler kurma
potansiyeline sahiptir. Ancak bu potansiyelin hayata geçirilmesi için jeoekonomik
stratejilerin yeniden şekillendirilmesi gerekmektedir.
Türk Medeniyetinin Yeniden İnşası
Türk tarihi, Asya’nın bozkırlarından başlayarak Avrupa’nın en batısına kadar uzanan geniş bir
coğrafyada, siyasi ve kültürel olarak etkili olmuştur. Selçuklu ve Osmanlı devletleri,
Türklerin bu geniş coğrafyada hem askeri hem de siyasi güç elde etmelerini sağlamıştır.
Ancak bu güç mücadelesi, Türk devletlerinin sık sık dış güçlerin hedefi olmasına neden
olmuştur. Özellikle Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemlerinde Batı’nın etkisi ve
müdahalesi artmış, Osmanlı Devleti’nin iç sorunları daha da derinleşmiştir.
Bu bağlamda, Samuel Huntington’ın medeniyetler çatışması teorisi, Türk coğrafyasının
neden sürekli bir mücadele alanı olduğunu açıklar. Huntington, dünya tarihini medeniyetler
arasındaki çatışmalar üzerinden okurken, Türkiye’nin hem Batı hem de İslam
medeniyeti arasında sıkıştığını öne sürer. Zbigniew Brzezinski ise “Büyük Satranç
Tahtası” adlı eserinde, Avrasya’nın stratejik önemini vurgularken, Türkiye’nin bu bölgedeki
merkezi rolüne dikkat çeker. Brzezinski’ye göre, Türkiye’nin Avrasya’daki dengeleri
yönlendirme potansiyeli, dünya siyasetindeki önemini artırmaktadır.
Türk Jeopolitiğini Yeniden Yorumlamak
Türkiye, küresel güç merkezleri arasında sıkışmış durumda olmasına rağmen, bu jeopolitik
sıkışmışlığı avantaja çevirebilir. Bunun için hem jeopolitik hem de jeoekonomik
anlamda yeni stratejilere ihtiyaç vardır. Türkiye, sadece bölgesel değil, küresel bir güç
olma potansiyeline sahiptir. Bunun gerçekleşmesi için Türkiye’nin tarihi mirasını modern
dünya koşulları ile uyumlu hale getirecek bir strateji izlemesi gerekmektedir.
Bu yeni strateji, Türkiye’nin bölgesel rolünü güçlendirmek için ekonomik kalkınma,
kültürel işbirlikleri ve askeri stratejilerle desteklenmelidir. Bölgesel güç dengelerini göz
önünde bulundurarak Türkiye’nin Avrasya’daki rolünü yeniden tanımlaması
(BRICS..vs.), Türk medeniyetinin yeniden doğuşunu sağlayacaktır.
Türkiye önemli bir sınavdan geçmektedir. Bu sınav genelde hariciye alanında verilirken; ülke
içerisinde yaşanacak olan anomi, terör, kaos, siyasi söylemlere dikkat edilmelidir. Türkiye
bu kritik varoluş yürüyüşünde atacağı her adımı kadim devlet hafızasının arşivinde ısıtarak
demleyip; tarzı hareketini bu yönde belirlemelidir.
Bölgedeki en kritik etken İran’dır. İran’ın bölünme süreci veya kalibrasyon süreciyle
birlikte; Anadolu’ya yönelecek göç hareketlerinin stratejik olasılıkları derin bir şekilde
tefekkürü şarttır.
Türk Jeopolitiği, ilk önce “Vatan” mefhumunu şiar edinen bir düşünce ve sonrasında refah
potansiyeline geçilince komşu stratejisinde vücut bulmalıdır. Ülkemizi ve milletimizi zorlu
bir süreç beklemektedir. Bu süreç ancak feraset sahibi idarecilerin stratejik ve milli aklı
ile aşılabilir.
Saygılarımla
- Stratejik Özerklik - Kasım 1, 2024
- Türk Jeopolitiği - Ekim 24, 2024
- Toplumsal Çürüme, Adalet ve İnanç Krizi: Etkenler ve Çözüm Önerileri - Ekim 20, 2024